28 Ağustos 2010 Cumartesi

6. gün - Venedik, Carimate

Otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra Venedik'in merkezi olarak kabul edilen Piazza San Marco, San Marco Meydanı'na doğru yola çıktık. Otelimize en yakın vaporetto durağı Ferrovia'dan binip San Marco'da indik.


San Marco Meydanı'nda görkemli Basilica di San Marco ve arkasında da Palazzo Ducale (Dükler Sarayı) gezilecek yerler arasında. Meydanda yürürken etrafta bir sürü cafe var, ama en bilineni Cafe Florian; kahvenizi yudumlarken canlı orkestranın da keyfine varabilisiniz. En ucuz espresso 6€ fakat oturursanız hesaba orkestra ücreti de ekleniyor.


Basilica di San Marco, Bizans mimarisinin bilinen örneklerinden biri. Ön cephesinde, üzerinde Osmanlıların olduğu Bizans mozaikleri görülebilir. Bazilikanın içinde Müze, Hazine bölümü ve Pala d'Oro ücretli olarak gezilebilir. Pala d'Oro 10 yüzyılda yapılmış bir çok panelden oluşan altın bir sunak. Müze bölümünde İstanbul Sultanahmet Meydanı'ndan çalınan "dört bronz at heykeli"nin orijinalleri var. Kopyaları da bazilikanın dış cephesinde duruyor. Hazine bölümü küçücük bir oda, çeşitli değerli eserler var ama biz oradayken eserlerin bazıları İstanbul Sabancı Müzesi'nde sergilenmekteymiş.


Bazilikadan çıkıp Palazzo Ducale'ye geçiyoruz. Burası zamanında Venedik'teki düklerin köşküymüş. Devasa salonlarından birinde dünyadaki en büyük duvar resmi bulunuyor. Sarayın yanında eskiden hapishane varmış ve iki bina arsında bir köprü var, mahkumlar iç çekerek buraya baktıkları için bu köprüye Ponti dei Sospiri, iç çekme köprüsü denmiş. Müzede sergilenen silahlar, bekaret kemeri ve mahkumların kaldıkları koğuşlar görülmeye değer.


Bir sonraki durağımız, bir gün önce tesadüfen keşfettiğimiz ve bugün başlayan Stanley Kubrick Fotoğraf sergisi. Stanley Kubrick'in 20'li yaşlarında çektiği 200 fotoğrafın sergilendiği müzeyi gezip Como'ya dönmek için otelimize döndük.




Otelden eşyalarımızı alıp otoparka giderken o sıcak ve nemli hava yerini sağanak yağmura bıraktı. Daha önceki yaptığımız hesaptan farklı olarak 48€ yerine 52€ verdik. Muhtemelen aracımızın büyüklüğündendir diyip yola koyulduk. Venedik'ten sağanak yağmur ve gök gürültüleriyle Carimate'ye doğru yola çıktık.

Carimate; Como'ya 15km, Milano'ya 25km mesafedeki 4000 kişilik şirin bir kasaba. Geceyi  bir tanıdığımızın evinde geçirip yarın da Como'ya geçeceğiz. Evi daha önceden işaretlediğimiz GPS'ten kolayca buluyoruz. Akşam yemeğini Carimate'nin bomboş sokaklarından varılan tıklım tıklım dolu pizzacı latupi'de yiyip eve dönüyoruz.
latupi - Pizzeria Ristorante Steakhouse
Via Nobili Calvi 14/A Carimate

27 Ağustos 2010 Cuma

5. gün - Venedik

Floransa'ya veda edip Venedik'e doğru yola çıktık. Coğrafya bilgimize ve gitmeden önce baktığımız hava durumuna göre, kuzeye gittikçe havanın soğumasını bekliyorduk fakat Venedik'e yaklaştıkça hava daha da ısınıyordu. Venedik'te bizi beklediğini bildiğimiz en büyük problem sıcaktan ziyade park problemiydi.


Bilindiği gibi Venedik'in bir kısmı karada bir kısmı denizde, ikisi birbirine uzun bir köprüyle bağlı. Arabayla bu köprüden geçip lagün kısmına gelebiliyorsunuz fakat gitmeden önce yaptığım araştırmalar sonucu lagüne geldikten sonra 200-300 metrelik bir yol ve bu yol üzerinde otoparklar olduğunu saptadım. Bu otoparkların çok pahalı olduklarını öğrendiğimde Mestre'de yani karadaki kısımda arabayı park edip trenle lagüne geçmeyi de düşündüm fakat valizlerle o yolun çekilmeyeceğini düşünerek paraya kıymayı tercih ettik. Lakin otel otoparklara yakın olduğundan otoparktan otele kadar 700 metrelik bir yolu yürüyecektik.

Venedik'e geldik, köprüyü geçtik ve geçer geçmez upuzun bir kuyrukla karşılaştık. Yoldaki bir tabeladan iki otopark olduğunu ve birinde araba için yer olmadığını öğrendik. İki otopark da çok katlı ve tıklım tıklım doluydu. Önce bir iki tur attık belki keşfedilmemiş bir otopark buluruz diye fakat şansı zorlamaya gerek yokmuş. Sıramızı bekledik, otopark girişinde bir mikrofon ve bir hoparlör bizi karşıladı. Önce italyanca bilip bilmediğimizi sordu, sonra da bize direkt 6. kata gitmemizi söyledi. Arabayı ve anahtarı bırakıp, günlüğü 24€ olan otoparkta, 36 saat kalacağımız için 48€'yu gözden çıkarıp otelimize doğru yola koyulduk.



Venedik, adacıklar üzerine kurulu bir şehir, ana ada ve etrafta bir çok küçük ada var. Ana ada olan kısım 170 kanalla ve 400 köprüyle birbirine bağlanır. Bu kanallar en büyüğü şehri boydan boya geçen Canal Grande dedikleri Büyük Kanal. Temel olarak şehirde vaporettolarla ve taksi botlarla; büyük kanaldan ve adanın etrafından ulaşım sağlanıyor. Gondollar daha çok gezi için kullanılıyor ve küçük kanallarda geziliyor.
Şehirde turistler için en kolay ulaşım aracı vaporettolar. Otoparktan veya tren istasyonunda 24, 36 veya 48 saatlik kombine kart alınabilir (1 bilet 6,5€; 24 saatlik bilet 18€; 36 saatlik bilet 24€). Müzeleri ve 3 günlük ulaşımı kapsayan venicecard seçeneği de mevcut ama 2 gün kalacaklar için ekonomik açıdan asla önermem. Kar etmeniz için bütün müzelere girip sürekli vaporettolara inip binmeniz gerekiyor. Kaldı ki 2 günlük Venedik maceramızda asla bilet kontrolü yapıldığını da görmedik. Yalnız yakalnırsanız cezası çok can yakıyormuş, bilginize...

Venedik'in lagün kısmı 6 ayrı bölüme ayrılıyor. Onlar dışında bir çok daha gezilebilecek ada olmasına rağmen görülmeye değer şeyler daha çok burada bulunuyor. Biz, Cannaregio'daki otelimize eşyalarımızı bıraktıktan sonra 1 numaralı vaporettoyla Dorsoduro'nun en sonundaki Basilica di Santa Maria della Salute'ye gittik. Bu bazilika tarihsel açıdan çok önemli olmasa bile konumu ve görüntüsü itibariyle daima çok fotoğrafı çekilen bir yapı olmuş senelerce.


Planımız akşam yemeğini yiyeceğimiz Rialto köprüsü civarına ulaşana kadarki yol üzerindeki müzeleri gezmekti fakat otopark sorununun saatlerimizi yemesi nedeniyle Guggenheim Collection ve Ca'Rezzonico'yu feda etmek zorunda kaldık. Guggenheim Collection'da, Peggy Guggenheim'ın kişisel sanat koleksiyonu sergileniyor. Ca'Rezzonico'da 18. yüzyılda saraylar için yapılan sanat eserleri sergilenmektedir.
Oradan Accademia'ya geçtik. Accademia, diğer accademialar gibi sanat akademisi olarak açılmış, bugün de ünlü sanatçıların eserlerini içeren bir sergi olarak hizmet veriyor. En önemli eser şüphesiz ki Leonardo da Vinci'nin, şu kollarını ve bacaklarını açmış adam, Vitruvius Adamı fakat her gün gösterilmiyormuş. Accademia'nın çıkışında "Stanley Kubrick Fotografo" diye bir afiş gördüm. Afiş, ertesi gün başlayan ve 14 Kasım'a kadar sürecek, Stanley Kubrick'in 1945-1950 yılları arasında, 20'li yaşlarında çektiği fotoğrafların sergisiymiş. Ertesi günkü planımızı ona göre değiştirmek üzere yolumuza devam ettik.


Yürüyerek, ara sokaklarda kaybolarak ve bol bol fotoğraf çekerek, Rialto Köprüsü'nün bulunduğu San Polo bölgesine geldik. Burada ayrıca Mercato Pesce (Balık Pazarı), Mercato Antico (Eski Pazar) ve Mercato Turistico görülmeye değer. Ama akşam saatlerinde hatıracı dükkanları kapanıyor, ona göre.


Rialto'ya ulaşıyoruz. Rialto 11. yüzyılda inşa edilmiş ve 16. yüzyılda büyük bir yangından sonra üzerindeki dükkanlar tamamen yanmış ve köprü aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Rialto bugün Venedik'in merkezi olarak kabul ediliyor.


Rialto'nun San Polo tarafındaki nehirin kıyısındaki sokak Riva del Vin, bu sokak üzerindeki restoranların manzarası gerçekten de süper. Fakat bazılarında adam başı bir antipasti bir de ana yemek yenmeyecekse masaya bile oturtmuyolar. Biz de biraz ilerisindeki daha az manzaralı olanına oturduk ve deniz mahsüllü yemeklerimizi yedik. Manzara ve yemeğe doyunca Rialto üzerinden karşıya geçtik. İnternetten tavsiye üzerine bulduğumuz dondurmacı Salizzado San Lio'daki La Boutique del Gelato'dan dondurmalarımızı aldık. Dondurma, Roma'dan beri yediğimiz en güzel dondurmaydı tavsiye olunur.


Dondurmalarımızı alıp dar sokaklar ve köprülerle otelimize kadar yürüdük.

26 Ağustos 2010 Perşembe

4. gün - Floransa

Bir orta çağ evi olan otelimizde uyanıp kahvaltımızı ettikten sonra, bir gün önceden aldığımız biletlerle Uffizi'nin yolunu tuttuk. Otelimizden Uffizi'ye nehir kenarından giden 10 dakikalık yolu fotoğraf çekmekten yarım saatte aldık. Floransa şehrinin kendisi bir müze gibi, bu açıdan Roma'dan farkı daha rönesans kokması.

Uffizi'ye geldiğimizde gerçekten de upuzun bir kuyruk vardı ve biz yandan, sıra beklemeden içeri girdik.
Gizli biletçiyle ilgili detaylar için ilgili bölümü okuyabilirsiniz.
Uffizi, iki uzunlamasına bina ve yanyana odalardan oluşan bir galeri. Zaten uffizi'nin de anlamı ofisler. Uffizi'de Michelangelo, Rafaello, Caravaggio gibi ünlü sanatçıların eserleri var, ama en bilineni Boticelli'den "Venüs'ün Doğuşu" görülmeye değer. Malesef fotoğraf çekmek yasak.
Uffizi'nin koridorlarındaki duvarların üst kısımlarda sıra sıra portreler var, bunlardan bazıları Osmanlı padişahlarına ait.
Uffizi'den sonraki durağımız Piazza San Marco; cephesi bu meydana bakan San Marco Kilisesi şu an Convento di San Marco adıyla müze olarak hizmet veriyor. Müzede iki italyan rönesans ressamının eserlerinin yanında görülmeye değer, şu orta çağ filmlerinde gördüğümüz büyü kitaplarına benzeyen, el yazması kitaplar mevcut.

San Marco Meydanı'nın hemen yan sokağında, Michelangelo'nun en önemli eserlerinden biri olan Davud'un aslını görebileceğiniz Accademia Galerisi var. Bir saatlik sırayı beklememek için daha önce bahsettiğim gizli biletçiden buraya da bilet alabilirsiniz. Accademia, Avrupa'nın ilk çizim atölyesi, öğrenciler için önemli eserler getirtilir, öğrenciler de onlara bakıp çalışırlarmış. Davud da o eserlerden bir tanesi. Oysa ki Michelangelo, baş yapıtlarından biri olarak görülen Davud'u, aslen bir ressam olmasına rağmen, 29 yaşında yapmıştır.
Floransa'daki çoğu müzede olduğu gibi, Davud'un da fotoğrafını çekmek yasak, fakat kenarlara geçip, görevliden uzak noktalardan rahatlıkla çekebilirsiniz. Eğer Accademia'ya giremediyseniz, Davud heykelinin Michelangelo tepesi ve Piazza della Signoria'da kopyaları var.

Accademia'dan sonraki durağımız Piazza Santa Croce ve bu meydandaki Basilica di Santa Croce. Bu bazilikanın önemi Michelangelo, Galileo, Machiavelli, Foscolo, Gentile ve Rossini'nin mezarlarının burada bulunması.
Karnımız zil çalmaya başlıyor ve mutlaka yenmesi gerekenler listesinden "Bistecca alla Fiorentina" arayışına giriyoruz. Daha önceden işaretlediğim bir restoranı ararken başka bir biftekçi bulduk. Dört kişi için 1kg'lık biftek siparişi verince bayan garson 1,4kg'lık eti çiğ olarak sofraya getirip iki kişilik olduğunu söyledi. Et bizim ramazan pidesi kadar. Biz de 1 kg'da israr ettik ve onu da bir çırpıda bünyeye indirdik. Biraz az pişmişti ama "alla Fiorentina" öyle oluyomuş.
Trattoria Da Garibardi
Piazza del Mercato Centrale, 38 Floransa
Restoranın web sitesi ve tripadvisor sitesi

Floransa'da tarihi yerler gezeceğiz diye sürekli göbeğinden geçtiğiniz meydanlar var. Bunlardan bir tanesi Palazzo Vecchio'nun karşısındaki Piazza della Signoria; bu meydanda 8 tane ünlü sanatçılar tarafından yapılmış heykel var. Heykellerden bir tanesi, aslı Accademia'da buçunan Michelangelo'nun Davud'u. Heykeller dışında gayet işlek ve tüm yolların kesiştiği bir meydan.

Meydanlardan en önemlisi Floransa Katedrali'ni, çan kulesini ve Aziz Giovanni Vaftizhanesi'ni de içeren Piazza del Duomo. Çan Kulesinin asansörü yok ve 414 basamakla çıkılıyormuş, bu yazıyı görür görmez aklımıza Positano'da çıktığımız 445 basamak geldi ve direkt uzaklaştık. Vaftizhane'nin bir kapısında 10 altın figür var tabi ki bunların gerçekleri içeride saklanıyor ve bunları yapan 21 yaşında bir heykeltraş ki o da zamanının en iyi heykeltraşları arasından bir yarışmayla seçilmiş.


Havanın kararma saati yaklaşınca Floransa'da gidilmesi gereken yer, muhteşem manzarasıyla Piazzale Michelangelo; varsa tripodunuzu, yoksa fotoğraf makinanızı almayı unutmayın. Micheangelo Tepesinden tüm Floransa'yı görebilirsiniz, hele ki hava kararmaya başlayınca görüntü daha da olağanüstü oluyor.
Michelangelo Tepesine arabanızla, uzun bir yürüyüş ve tırmanışla veya merkezden kalkan 12 ile 13 numaralı otobüslerle ulaşabilirsiniz.

Michelangelo tepesinde çeşitli fotoğraf çekimlerimizi yaptıktan sonra arabayı otele bırakıp yemek yemek için şehrin göbeğine doğru yola çıktık. Önce zil çalan karnımızı Duomo meydanındaki pizzacıda doyurduk. Daha sonra sabah yanından geçtiğimiz, Floransa'nın simgesi haline gelmiş Ponte Vecchio'ya doğru yola çıktık. Yolumuzu bir diğer işlek meydan Piazza della Repubblica'dan geçirdik. Bu meydana çıkan via del corso'da ünlü markaların mağazaları bulunabilir. Meydandaki kafeler çok popüler. Bir iki hediyelik eşya alıp, yol üzerinde dondurmacıların birinden dondurmamızı alıp Ponte Vecchio'ya geldik. Ponte Vecchio, İkinci Dünya Savaşı'nda Floransa'da bombalanmayan tek köprü, bu sebeple en eskisi ve şu anda üzerinde yerleşim olan dünyadaki birkaç köprüden biriymiş. Köprüde arkadaşlarımızla karşılaştık. Köprüyü de görüp bol bol fotoğraf çektikten sonra otelimize döndük.


25 Ağustos 2010 Çarşamba

3. gün - Pisa, Viareggio

Roma'dan yola çıktık, tatil öncesi planımıza göre Siena'yla Pisa'yı gezip, Viareggio'dan denize girip akşam üstü Floransa'da olacaktık. Fakat Floransa'da mutlaka görülmesi gerekenler listesinin başındaki Uffizi ve Accademia Galerileri için biletimiz yoktu. Bu iki galeride özellikle de Uffizi'de yaz aylarında 6 saati bulan kuyruklar olduğundan gezemeden dönenler olduğunu duyduk. Buna maruz kalmamak için internetten bilet alabiliyorsunuz. Ama bizim gibi onu da kaçırdıysanız, internette bloglarda anlatılmasına rağmen çok kişinin bilmediği bir yol daha var. İnternette bir kaç sitede, Floransa Duomo meydanından Uffizi'ye giden cadde "Via dei Calzaioli" üzerinde, Orsanmichele kilisesinin duvarında bir pencerede Uffizi ve Accademia için bilet bulunabileceğini okumuştum. Buradan bilet alabilmek uğruna önce Floransa'ya uğramamız gerektiği için Siena'yı programdan çıkardık ve denizde geçireceğimiz zamana yatırım yaptık. Floransa'ya gittik; merkeze, eski şehir denen yere arabayla girmek yerli ve yabancı turistler için yasak olduğundan arabamızı gizli biletçiye en yakın otoparka bıraktık ki bu tren istasyonunun otoparkı oluyor. Gidip biletçiyi bulduk ve biletimizi aldık. İlginç olarak o pencerenin önünde bizden başka kimse yoktu.
Uffizi'ye giriş 6,5 €, biz gittiğimizde Caravaggio sergisi de olduğundan giriş 10 €'ydu. İnternetten veya gizli biletçiden alırsanız ise 14 €. Rezervasyon yaparken saat vermeniz gerektiğini unutmayın. Gizli biletçiye erken giderseniz aynı güne, geç giderseniz ertesi güne bilet bulabiliyorsunuz.

Biletimizi alıp arabamıza döndük. O kısa sürede bile geçtiğimiz sokaklar buram buram tarih kokuyodu.

Pisa

Pisa, aslında çok güzel sıradan bir İtalyan şehriyken, yamuk kulesi sayesinde yıllardır turistleri kendine çekmiş. Şehrin görülecek tek yeri Pisa Kulesinin bulunduğu Piazza del Duomo. Aynı zamanda burada bir katedral ve vaftizhanesi var. Torre Pendente di Pisa (Pisa Kulesi) aslında bu katedralin çan kulesi olarak inşa edilmiş fakat inşa edildiği toprak yüzünden daha inşaatı bitmeden eğilmeye başlaması ve asla düzeltilememesiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmuş.

Meydana gittiğimizde ilk farkettiğimiz herkesin komik bir şekilde kuleyi eğiyormuş, kuleye yaslanıyormuş veya bir şekilde kuleyle ilgili espri yapıyormuşçasına fotoğraf çektirmesiydi. Demek ki buranın kuralı buymuş deyip, önce poz verenleri sonra da birbirimizi çektik.
Pisa Kulesine çıkmak isterseniz 40 kişilik gruplar halinde 20'şer dakikalık aralarla alıyorlar. 2-3 saatte sıra geliyor ve fiyat 15 €

Sıcak havanın etkisiyle daha fazla zaman kaybetmeden kendimizi denize atma isteğiyle fazla oyalanmadan Pisa'dan ayrıldık.


Viareggio

Viareggio, Dost Kitabevinin İtalya kitabında görüp biraz derinlemesine araştırarak keşfettiğim bir sahil kasabası. İkinci Dünya Savaşından sonra yenilenirken post modern bir şekilde yenilenmesi buranın diğer İtalyan şehirlerinden farklı bir yapıda olmasını sağlamış. Kasabanın özelliği uzun bir kumsalı olması ve bu kumsal boyunca sıralanan özel kumsal işletmeleri(!). Bu kumsal işletmelerinde günlük haftalık sezonluk veya yıllık kabin + şezlong + şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Ücretlerden ve etrafta gördüğümüz tiplerden, yaz tatili için gelmiş zengin italyanlar olduklarını anlıyoruz.
Pierluigi Collina da uzun süre burada yaşamış.
Para vermeye niyetli olmadığımızdan önümüze gelen ilk işletmeye daldık ve bilmiyomuş ayağına bir kabine girelim dedik. İşletmeci yaşlı bayan kabinleri kullanamayacağımızı söyleyip biraz bağırdı, biz de gariban turist ayağı yapınca teyze bize tuvaletlerin yerini gösterdi. Tuvaletlerde üzerimizi değiştirip kumsala attık kendimizi fakat üzerimizde hissettiğimi mahalle baskısı sebebiyle şezlonglara yerleşemedik. Şezlonglarla deniz arasında kumsala öylesine bir yere yerleşiyorduk ki bir amca gelip, orada duramayacağımızı 300 metre ilerdeki halk plajına gitmemizi söyledi.
Daha sonradan öğrendik ki, o kısıma kimsenin karışmaya hakkı yokmuş ve bu olay televizyonlarda tartışılmış.
Daha önceki acı tecrübelerimizden mütevellit İtalyanların metre hesaplarının iyi olmadığını bildiğimizden o sıcakta kumsalda yürümek istemedik ve bir cankurtaran kayığının yanına yerleşerek kendimizi denize attık.


Deniz sefasından sonra kabin bulamayız diye halk plajı denen kısma gittik ve 10 metre genişliğindeki bir alanın halka ayrıldığını ve kabin olmadığını görmemizle bize bağıran teyzeye nazımız geçer diye üzerimizi değiştirdiğimiz yere geri döndük. Aynı tuvalette kıyafetlerimizi değiştirdik teyze geldi bize kızdı ama biz pişkinliğimizle giyinmeye devam edip işimizi bitirince ayrıldık.
Gidecek olursanız "Cristallo" kumsal işletmeleri ltd şti'ni bulun, teyzeye naz geçiyor.
Yemek yemek için Floransa'ya kadar dayanamayacağımızı anlayınca, madem deniz kenarındayız deniz ürünü yiyelim diyip bir balıkçıya girdik. Aslında rezervasyonsuz girilmiyomuş fakat arka taraflarda bir yer bulabildik. Sipariş ettiklerimiz hatta yan masaların sipariş ettiği yemekler bile harikaydı. Karnımızı doyurup Floransa'daki otelimizin yolunu tuttuk. İki gün için 30€ karşılığında otelimizin otoparkına arabamızı bırakıp odalarımıza geçtik.
Hotel Crocini **
Corso Italia 28, Porta al Prato, Floransa

24 Ağustos 2010 Salı

2. gün - Roma

Napoli'de kahvaltı edip Roma'ya doğru yola koyulduk. Roma'yı daha önce gezdiğimiz için göremediğimiz yerleri ve tekrar görmek istediğimiz yerleri gezmeyi planlamıştık. Roma'ya girdikten sonra arabamızı Piazza Venezia'nın (Venedik Meydanı) yanındaki otoparka koyduk. Geçen geldiğimizde yorgunluktan bulamadığımız Traiano Forumu'nu bulup onu gezdik. Vittorio Emanuele 2 anıtının da bir kısmı tadilattaydı. Şu sıralarda açılmış ve asansörle anıtın tepesine çıkılıp panoramik Roma manzarası seyredilebiliyor.

Sonraki durak Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi); çok merkezi bir yerleşimi yoktur. Haritadan arayarak bir yandan dar sokaklarda ilerlerken yaklaştığınızda su sesini duyarsınız. Bir anda bir meydana gelirsiniz ki, hafta içi hafta sonu, akşam sabah, ne zaman olursa olsun inanılmaz bir kalabalık vardır. Adet olarak sağ omzunuzun üstünden bozuk para atmanız gerekir, rivayete göre para atan tekrar Roma'ya gelir ve tabi dilek de dilenir. Biz de ne kadar kuruşumuz varsa attık, sonuçta euro'yla çalışan bir çeşme değil ya... Yine rivayete göre havuzdan günde 3000 euro toplanıyormuş ve belediye hayır işlerinde kullanıyormuş.
Tavsiyem; şansınız varsa çeşmeyi hem sabah hem de akşam ziyaret edin.


Oradan "Hakiki Roma Dondurmacısı" Giolitti'ye geçtik ve unutamadığımız o lezzeti tekrar bünyemize indirdik.
Giolitti
Via Uffici del Vicario 40, Roma
Sonraki durak Piazza di Spagna'daki (İspanya Meydanı) İspanyol merdivenleri. Baharda çiçeklerle süslenen bu merdivenler Roma'nın simgesi konumunda. Saatlerce oturmak, merdivenlerde fotoğraf çektirmek ve yorgunluk atmak için birebir. Merdivenlerde yanımızda interraille gezen bir Türk çiftle karşılaştık. Burada birisinden fotoğrafınızı çekmesini isteyecekseniz, elinde profesyonel bir makine olan turistlerden rica etmenizde fayda var, aksi halde çekilen fotoğrafta ya merdivenler gözükmüyo ya siz.



Şimdi Vatikan'a gidiyoruz, yolumuzun üstünde Piazza del Popolo; büyükve canlı meydanlardan bir tanesi. Eskiden idamlar bu meydanda yapılırmış ve meydan Roma'nın o zamanki girişinde olduğu için gelenleri etkilemek için o denli ihtişamlı yapılmış.


Otel'e dönmeden önce son durağımız Vatikan. Piazza San Pietro'ya (Aziz Petrus Meydanı) kendimizi atıyoruz. Karşımızda Basilica di San Pietro (Aziz Petrus Bazilikası). Bol bol fotoğraf çekip otelimize geçiyoruz.
Hotel Il Castelletto **
Via dei Carraresi 27/29, Aurelio & Monteverde, 00164, Roma
Otelin web sitesi ve tripadvisor sitesi
Arabayla seyahat edebildiğimiz için düşük fiyatıyla tercih sebebi olan merkezden uzak bir otel. Arabayla seyahat etmiyorsanız,
yer ve fiyat açısından Roma Termini'ye yakın oteller tercih edilmelidir.

Bu gezimizde Roma'ya az zaman ayırdık fakat geçen gezimizden bilgiler ve fotoğraflarla, yukarıdaki yerler dışında gezilmesi gereken yerleri özetlemek isterim...

Roma

Roma, Büyük Roma İmparatorluğunun merkezi ve İtalyanlar bu şehri büyük ölçüde korumayı başarmışlar. Şehrin muhtelif yerlerinde heykeller, çeşmeler, saraylar, bahçeler var, sadece dolaşması bile insanı büyülemeye yeten bir şehir.
Roma'daki her çeşmeden akan su içilebilir.
Roma'da en az iki gün geçirecekler için ilk tavsiyem bir "Roma Pass" kartı edinmeleri. Bu kartla 3 günlük sınırsız seyahat, ilk 2 müzeye ücretsiz diğerlerine indirimli giriş ve türlü kolaylıklar edinebilirsiniz.
Kart 25 €, hava alanında ve Roma Termini'de (Roma Tren İstasyonu) bulmak mümkün. İlk olarak Kolezyum ve Roma Forumu'na girdiğiniz takdirde bile kendini amorti eden bir kart. Sıra bekleme gereği olmaması ve ücretsiz ulaşım da cabası.
Roma'da iki metro hattı var ve malesef metroyla sadece Piazza di Spagna'ya, Kolezyum'a ve Vatikan'a ulaşabiliyorsunuz. Otobüs iyi bir alternatif fakat bizim gibi nerdeyse her yere yürüyerek de gidebilirsiniz.

Meydanlar

Şehrin kalbinin attığı yer, İspanyol Merdivenlerine de ev sahipliği yapan Piazza di Spagna; devasa Vittorio Emanuele 2 Anıtına ev sahipliği yapan Piazza Venezia; ortasında Bernini'nin eserlerini barındıran, etrafı tarihi binalarla çevrili Piazza Navona; mimari bir şaheser olan Pantheon tapınağının bulunduğu Piazza della Rotonda; Musei Capitolini'nin bulunduğu ve olduğu gibi Michelangelo tarafından inşa edilen Piazza del Campidoglio; otantik pazarıyla turistlerin ilgisini çeken Campo de' Fiori ve Michelangelo'nun bir eserine ve Türk Büyükelçiliğine ev sahipliği yapan Piazza della Repubblica önem sırasına göre şehrin önde gelen gezilesi ve görülesi meydanlarıdır.


Vatikan

Vatikan, sınırları Roma'nın içinde olan bir ülke. Bernini'nin sütunlarıyla çevrili Piazza San Pietro ülkenin meydanı, ön cephesi meydana bakan Basilica di San Pietro da ülkenin simgesi konumundadır. Mezarları ve kubbesi ücretli olarak, içi de ücretsiz olarak halka açıktır. Kubbe Michelangelo'nun bir eseridir, çıkması çok zahmetli, belli kısımları asansörle çıkılıyo olsa bile kubbeye tırmanırken dar ve yamuk yerlerden geçeceğinizi bilmeli, kapalı yerde kalma fobiniz varsa çıkmamalısınız. Yarı yolda geri dönülemeyecek kadar dar olduğunu söyleyebilirim. Ama çıktığınızda manzara hiçbir şeye değişilmez.



Vatikan'da bir diğer görülmesi gereken yer Musei Vaticani (Vatikan Müzeleri). Bu müzede Ninja Kaplumbağaların eserlerini bulabilirsiniz; Leonardo daVinci, Michelangelo, Rafaello ayrıca Bernini, Caravaggio vs. Müzenin en önemli odası Sistin Şapeli ve Michelangelo'nun yaptığı görkemli tavanı. Fotoğraf çekmek yasak ve sinir bozucu görevliler var ama çaktırmadan çekilebiliyor. En önemli resim de tavanın ortasındaki "Adem'in yaratılışı":



Forum Romana

Roma Forumu, Romalıların eski zamanlarda yaşadığı yer. Mutlaka ki bütün medeniyetler biyerlerde yaşadı fakat buranın güzel olmasının sebebi, çoğunun büyük ölçüde korunmuş ve şu anda gezilebiliyor olması. Forum'da o zamanki tapınaklar, kemerler hatta bazilikayı görmek mümkün. Tabi buraları gezerken o günkü gibi toz toprak içinde geziyor olmak da biraz olsun sizi o günlere götürüyor.
Forumun yanında amfitiyatro olarak inşa edilmiş ama arena olarak kullanılmış, Roma'nın simgesi haline gelmiş Colosseo (Kolezyum) var. Mutlaka gezilmeli fakat fazla beklentiye girilmemeli lakin göreceğiniz sadece taş. Önce Kolezyum'u gezip, oradan Forum'a oradan da Palatino'ya geçebilirsiniz. Oradan da Piazza di Venezia'ya geçip Vittorio Emanuele 2 anıtı görülüp Piazza del Campidoglio'daki Musei Capitolini gezilebilir.



Trastevere

Trastevere, kelime anlamı olarak Tiber'in karşısı demek, Tiber de Roma'nın ortasından geçen nehir. Trastevere'de aslında mutlaka görülmesi gereken bir şey yok. Ama bence Trastevere'nin kendisi mutlaka görülmeli. Sokaklar, evler, o tarihi doku ve gezerken hissedilenler Roma'nın geri kalanından oldukça farklı. Ben şahsen döneceğimiz gün plan değişikliği yaparak gezdiğimiz Trastevere'ye aşık olup geldim. Artan zamanınız varsa mutlaka Tastevere'ye gidip sokaklarında fotoğraf makinenizle kaybolun.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

1. gün - Amalfi Kıyıları, Pompei

Fiumicino'dan Başlangıç

Araba kiralama acentemizden aldığımız mail doğrultusunda arabamızı Europcar'dan kiralayacaktık. 7 günlük Volkswagen Touran için 320 euro'ya anlaşmıştık. Europcar 360 euro karşılığında bize Peugeot 5008 verdi, biz de hiç itiraz etmedik. Birbirine benzeyen bu iki aracın; 4-5 kişi, valizleri ve hatta aldıklarını taşımak için ideal bir araba olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Arabayı kiralarken şoförün bilgilerini eksiksiz vermek ve geçerli bir kredi kartı numarası vermek, olası cezaların sizi Türkiye'de erken bulması açısından çok önemli. Ayrıca aracınız size "Hasarsız" olarak teslim edilir, aracınızı teslim alır almaz sağında solunda çizik vs. olup olmadığına iyi bakmakta fayda var.


Amalfi Kıyıları

İlk durağımız Amalfi Kıyıları, Napoli'nin güneyinde, denizin kıyısında yer alan yüksek tepelerin arasında kurulmuş, rengarenk evlerin dağların eteklerinde inanılmaz güzellikte manzaralar oluşturduğu küçük kasabalardan oluşuyor. Amalfi Kıyıları gezi siteleri tarafından, İtalya'daki en iyi varış noktaları arasında gösterilen yerlerden biri. "Talented Mr. Ripley" filminde Jude Law'ın İtalya'da yaşadığı yeri hatırlarsanız, orası Amalfi'ydi.
Bu kıyılarda görülmesi gereken 3 nokta var;
  • Positano
  • Ravello
  • Amalfi
Kısıtlı zaman ve kısıtlı park yeri sebebiyle biz, Positano'da durabildik ve Amalfi'den geçebildik. Ravello'yu görmek kısmet olmadı.

Positano

Positano, Sorrento-Salerno yönünde en görülesi ilk yer. Positano'ya çok dar iki şeritli ve bol virajlı bir yolla ulaşılıyor. Positano'nun içinden geçen tek bir yol var ve yol tek şerit, geri dönüş şansınız yok. Bununla beraber burada park çok büyük bir sorun. Positano'da sadece 3 tane otopark var. Onlar da yolda giderken aralara gizlenmiş 10-15 arabalık yerler. İlk bulduğunuz boş parka arabayı bırakmak en iyi seçenek. Yerliler dar sokaklarda tabi ki motosikletleriyle ve triportörleriyle yol alıyor. Motorlar için park problemi yok. Çok nadiren yol kenarlarında bulunan 4-5 arabalık cepler de tamamen yerliler tarafından bloke edilmiş durumda. Arabamızı bulduğumuz ilk park yerine bırakıp önceden belirlediğimiz güzergahtan deniz kenarına indik. Deniz kenarına arabayla ulaşmak mümkün değil. İki plaj var. Park ettiğimiz yere yakın olan plaja 445 basamakla ulaşılıyor. Plajlar ücretsiz, ama şezlonglar ve şemsiyeler plaja dizilmiş caffe'ler tarafından işletiliyor, iki şezlong bir şemsiye 14 euro fakat kesinlikle değiyor.
Deniz sefasından sonra 445 basamağı çıkıp (üşenmedik saydık) yemek yiyeceğimiz yere doğru yola koyulduk. Positano, ünlenmeye 1950'lerde John Steinbeck'in Positano'yu çok meşhur bir dergi için kaleme almasından sonra başlıyor. O günden sonra çeşitli film ve şarkılara da konu oluyor. Mükemmel bir manzara eşliğinde öğle yemeğimizi Caffè Positano'da yedik. Adam başı 20-25 euro civarındaydı ama sadece manzara için bile değerdi. Yemek sonrası arabamıza geri dönüp kıyı kıyı yolumuza devam ettik.

Amalfi

Amalfi de, Amalfi kıyılarına adını veren kasaba. Positano'ya göre daha düz bir coğrafyaya sahip. Zamanınız varsa mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Kapıları İstanbuldan gelmiş olan St. Andrea Katedrali mutlak görülmesi gereken, kasabanın simgesi konumunda bir yapıdır. Yine park sorunu mevcut.

Ravello

Ravello, daha yüksekte yer aldığı için manzarası nispeten daha güzel bir yerleşim. Ravello'da görülecek 3 şey var. Katedral ve bahçeleriyle meşhur aynı zamanda otel olarak hizmet veren Villa Rufolo ile Villa Cimbrone. Ravello'nun merkezine arabayla girmek yasak, sadece katedralin yakınında bir otopark mevcut. Ravello'da çekeceğiniz fotoğraflar uğruna bile gidilebilir. Biz gidemedik ama çekilmiş fotoğraflar görülmeye değer.
Arabasız seyahat edenler; Amalfi kıyılarını gezmek için en iyi alternatif otobüs. Napoli'den Sorrento'ya trenle gidip oradan, sağ tarafına oturduğunuz otobüsle Amalfi Kıyılarını sırayla gezebilirsiniz. Ravello için Amalfi'de inip ayrı bir otobüse binmeniz gerekiyor. Salerno'dan da trenle Napoli'ye geçebilirsiniz. Amalfi kıyılarında konaklama Napoli'ye göre pahalı olduğundan Napoli'de konaklamak uygun olacaktır.

Pompei

Pompei, aynı bölgedeki bir başka şehir. Ününü Vezüv'ün lavlarıyla yanmasına borçlu. Şehrin o kısmı Pompeii diye geçiyor ve aslında eski şehir orası.
Amalfi kıyılarındaki yolculuğumuzun ardından hedefimiz Pompeii'di. Pompeii'ye yetişebilmek uğruna Amalfi kıyılarının bol virajlı ve yokuşlu yollarını hızlıca katettik. Pompeii'ye yetiştik ve arabamızı park yasağı olan bir yere bıraktık. Pompeii aslında çok gizemli ve çok büyük bir şehir. Bir rehberle gezmenin çok zevkli olurdu, rehber şansı olmayanların mutlaka bir "audioguide" almasında fayda var ki biz geç gittiğimiz için bu şansı kaçırdık. Bu sebeple ve aklımız kısmen arabada olduğundan tam randımanla gezemedik ve bir çok güzel şeyi göremedik. Çıktığımızda korktuğumuz gibi araba yerinde yoktu ve o andan sonrası Napoli gitmeyi planladığımız pizzacı da dahil tüm gecemizin içine eden olaylara sahne oldu. İtalya'da araba çekilmesiyle ilgili olarak ilerde detaylı bilgi verecek olmama rağmen şunu söylemeliyim ki; eğer arabanız çekilirse, arabanızın çekildiği otoparkı bulup, üzerindeki ceza kağıdı ve pasaportunuzla polis karakoluna (Polizia Locale) gitmeniz gerekiyor. Yaklaşık 100 euro'luk bir ücret karşılığı (ceza + park) arabanıza kavuşabiliyorsunuz. Arabamızı alır almaz bozulmuş sinirlerimizle otelimize yerleştik ve ilk günü sonlandırdık.
Hotel Zara
Via Firenze 81, 80142, Napoli
Otelin
internet sitesi ve tripadvisor sitesi
Sadece geceyi geçirmek için fiyat açısından ideal bir otel. Bir apartmanın iki katına kurulmuş bir otel, kahvaltı biraz zayıf ama taze sıkılmış kan portakal suyu unutulmazdı.

Napoli

Napoli bölgenin başkenti, kısıtlı zamanı olanlar için mutlaka görülmesi gereken bir yeri yok. Kaleleri, müzeleri ve katedrali olan bir italyan şehri. Şehri diğerlerinden ayıran özellikleri; şuç oranının çok yüksek olması, pizza ve mozarellanın ilk bulunduğu yer olması, yerlilerin karakteri nedeniyle çoğu arabanın vuruk ve sigortasız olması.
Çoğu kaynağa göre dünyanın ilk pizzacısı olduğu iddia edilen pizzacı Antica Pizzeria, fakat pizzalarının günümüzde pek rağbet görmediğini söylemeliyim.

22 Ağustos 2010 Pazar

0. gün - İtalya'ya varış

Roma Fiumicino Hava Alanına inişimizden araba kiralayıp yola çıktığımız zamana kadar olan süreyi ilk günümüz olarak değerlendirmek istemediğimizden bu kısmı 0. gün olarak değerlendirip anlatmayı uygun gördüm. Roma'ya iniş saatimiz 01:30'du. Uçak biletlerimiz çok ekonomik olduğundan bu saatte indik diye düşünüyorum. Planımız, araba kiralama servisinin saat 7'de açılmasını, yolcu bekleme salonunda uyuyarak beklemekti. Fakat İstanbul'daki hesap Roma'ya uymadı ve gece yarısı indiğimiz Roma Fiumicino Hava Alanı'nın büyük bir bölümü kapalıydı. Bizim gibi sabah olmasını veya gece yarısı kalkacak uçaklarını bekleyen yolcular tüm bekleme salonunu doldurmuştu. Bekleme salonundaki oturma yerlerinin tamamının dolu olmasının yanında, tulumunu battaniyesini alan insanlar yerlere duvar diplerine merdiven boşluklarına vs. yerleşmişti. Önümüzde 5 saatimiz vardı ve gün ışıdığında akşama kadar gezmeyi planlıyorduk. Mutlaka uyuyacak bir yer bulmalıydık. Önce bir keşif turuna çıktık ve insanoğlunun sığabileceği tüm yerlerin dolu olduğunu gördük. Bu noktada Türk aklımız ön plana çıktı ve umutsuzluğun da cabasıyla check-in kontuarlarının hava alanı çalışanları için ayrılmış bölümlerindeki büro tipi gayet rahat sandalyelerine yerleştik. 1-1,5 saat uyukladıktan sonra yanımızdaki kontuarların check-in'e başlayıp, arkamızdaki bavul taşıma şeritinin harekete geçmesiyle yerlerimizden olduk. Yavaş yavaş yerlerin boşalmasıyla kendimize bir yer bulduk ve kısmi uykumuzu aldık.
Bu noktada hatırlatmalıyım ki hava dışarıda 35° C olmasına rağmen, klimalar çok iyi çalıştığından hava alanının içi çok soğuktu.
Sabahın ilk ışıklarıyla hava alanında kahvaltımızı edip araba kiralama ofisinin yolunu tuttuk.
Fiumicino'dan Roma'ya gitmek isterseniz en ekonomik seçenek tren. Bir de Ekspres tren var Leonardo Express. Tren 15 euro, yarım saatte bir kalkıyor, sabah 6:30'da başlıyor, 23:30'a kadar ve direkt Roma Termini'ye gidiyor. Roma Termini'yi, genel olarak bütün otellerin ve bütün durakların olduğu yer olarak özetleyebilirim. Taksiyle gitmek isterseniz yaklaşık 40 euro civarında tuttuğundan 3 veya 4 kişilik gruplar için karlı bir seçenek ve gece tarifesi yok.